Thursday, May 2, 2013

SEN KİMSİN, NERELİSİN?

Çocukluğum mücadelelerle ve sokak kavgaları ile geçti. O zamanlar kalabalık olmayan, ve kısmen mübadele yolu ile Rumeli'den gelmiş Türkler, halen yerleşik Yahudiler, Rumlar, Levantenlerden oluşan Alsancak’ta çocukken bana “Amerikalı” diyerek takılırlar ve kızdırırlardı..
*
1980 yılının Ocak ayında İngiltere’ye gittim. Birbuçuk sene kadar orada çalıştım. İngilitere’de yaşam genellikle iyi ve bolluk içinde yokluklar dışında dertsizdi. Aynı kış, bir akşam Preston Politeknik’te öğrencilerle toplanılmış gitar çalınıyor, şarkılar söyleniyor. Benden önceki müzisyen acı dolu bir şarkı söylüyor. Daha yeniyim, bu aksanı zor anlaşılır kuzeybatı bölgesine.. Şarkı uzun. Devamında anlıyorum ki “barbar Türk’ler Gelibolu’da İngiliz kuvvetlerini nasıl öldürmüşler” hikayesi. Sahneye çıkıyorum ve çok güzel bir aşk şarkısını çalıp, söylüyorum. Adı “Evergreen”. Sahneden inince benden önce saptırılmış şarkısını çalıp söyleyen yanıma geliyor ve tebrik ediyor. “Nerelisiniz” diye sorunca, “ben Türk’üm” diyorum. Adam şaşkınlık içinde. Ne söyleyeceğini bilemiyor..
*
Bir Cuma günü, Kuşadası Mocamp’ta çadır kuruyoruz, eşim ve ben. Plan, ertesi gün o zaman yol olmayan yerlerden sırt çantalarında çadır, uyku tulumları ile Pamucak sahilinden Menderes nehrini geçmek ve Yoncaköy’de çadır kurup, geceleyip, ertesi gün Gümüldür’e tepeleri aşıp varmak. O zamanlar Kuşadası ve Gümüldür arası yol yok. Menderes'in Ege'ye açılan ağzı derin ve geniş.. Yürüyerek geçilecek gibi değil. Şans bu ya, bir balıkçı teknesi görüyoruz ve yardım istiyoruz. Türkçe konuşuyoruz, ama yeterli değil.. Balıkçı bizi yabancı diye gözüne kestirmiş. Fransız olduğumuza kanaat getirmiş.. “Karıyı o kadar yükleme” diyor bana. Aynı dili konuşuyoruz, yine de yabancı olduğumuzu söylüyor. Sağolsun, bizi karşı kıyıya geçiriyor.
*
Yeni evliyken üç işim vardı. BMC’de satış memurluğu, gitar öğretmenliği ve Nato subay klübünde ara sıra solo konser. Eşim sağolsun, hep yardımcı. Bir gece ben sahnede çalarken, o da oturmuş Amerikalıyla evli bir Türk hanım ile sohbet ediyor. Daha sonra anlatıyor. Kadıncağız Amerikalı kocası hakkında uzun uzun dert yanmış. Ardından sormuş, “sizin de Amerikalı eşinizle benzer sıkıntılarınız var mı?” diye..
*
Fotoğraf projeleri için Türkiye ziyaretlerimden birinde İstanbul’dayım. Vatan hasretinin de vermiş olduğu bir etkilenmişlikle Sülaymaniye Camiini resimliyorum. Ama, özel izinle minaretlerine tırmanarak, çatısında yürüyerek, büyük kubbesinin iç kenar balkonundan aşağıyı resimleyerek, ufukta Aya Sofya ve Sultanahmet’in profillerini görerek. Ürkütücü bir duygu. Ne de olsa 16. asır dünyasının kuvvetli lideri Kanuni’nin türbesinin olduğu yer. Türbe kapısında bekçi var, heyecanla soruyorum.
- Kanuni gerçekten burada mı gömülü?
- Sen nerelisin?
- Vatandaşız..
- Yok, yok, sen yabancısın!
- Yahu, ben doğma büyüme İzmir’liyim!
- Yok, yok, sen başka bir yerdensin..
- Peki, sen nerelisin?
- Ben Giresun’luyum!..
*
Başka bir fotoğraf projesi için Didim’deyim. Asırlarca üzerinde çalışılmış, ancak hiç tamamlanamamış ve 15. asırda zelzelerle kısmen yıkılmış Apollo tapınağını resimleyeceğim. Yaz mevsimi.. Şafakta çevreden çalışıyorum. Kapı açıldığında içeri girmeden önce bir süre biletçi-bekçi ile sohbet ediyoruz. Ne de olsa vatan hasreti, yaşayan bilir! İzin isteyip ayrılırken adam sakince kolumdan tutup, takdirle “nasıl yaptın bilemem ama, sen bu lisanı çok iyi öğrenmişsin” diyor. Bir şey söylemeden ayrılıyorum..
*
2008’de oğlum ile Sultanahmet’teyiz. Baba ve oğul gezerken, bütün esnafın saatler boyunca bana olan turist muamelesini hayretle izliyor. Sonunda dayanamayıp söylüyor, “yazık sana be babacım!” İşin komik tarafı, ben Türkiye'de doğdum büyüdüm, oğlum ise California'da.
*
Anavatandan uzak Dünya’nın öbür tarafında, Pasifik Okyanus’u kıyısında sevgili eşim ile, sevgili oğlumuzu yetiştirirken yirmi yıldan fazla geçmiş... Hem doğduğum ve büyüdüğüm yerde bir yabancı, hem de yaşadığım yerde.. Evet, kimim, nereliyim? Cevabı sonunda Mevlana’nın söylediği kadar basit!

“Çıplak geldik, giyindik, soyunduk, gidiyoruz.”


© Nihat İyriboz

California, 01/11

No comments:

Post a Comment