Sunday, May 12, 2013

GÖREBİLMEK

Bodie, California, 2011

Görebilmek insana ait beş duyunun ötesinde geliştirilebilen bir yetenek. Evet, gözlerimizin normal fonksiyonlarını yerine getirmelerinin ötesinde görebilmek ayrı bir gerçek. Ayrıntıyı, kompozisyonu, tonal ayırımları, anlatımı insanın duygusal, düşüncesel ve felsefi boyutlarda görebilmesini tanımlıyorum. Görmek ile gerçekten görüp, farketmek, bu işlevden haz duymak, derin anlatımı anlamak farklı boyutlar. Çoğu zaman gördüğümüz halde farketmediğimiz olur. Adeta görmemiş gibi belleğimiz gördüğünü hatırlamaz. “Bunu ne zaman yaptılar”, “bu da ne zaman oldu” gibi sorular sorarız.

Derin ve içerikli görebilmek, benim gerçeğimde küçük yaşlara giden bir göz bozukluğu nedeniyle üzerinde ısrarla çaba göstermemin sonucu kazandığım bir yetenek. Belki, göz bozukluğunu yaratılışta bana verilmiş bir hediye olarak kabul etmeliyim. Yıllarca elimde fotoğraf makinalarıyla dolaşmamın sebebini çok sonra, yaşamımın ikinci yarısında anlıyorum. Fotoğraf makinası kişinin görme yeteneğini geliştiren bir araç. Tabii ki materyal fonksiyonu olan bir araç. Yani, fotoğraf çekiyorum, basıyorum, sergiliyorum. Ancak, daha önemlisi gerçekten görmeyi öğreniyorum. Güzel olanı görmeyi öğreniyorum. Eski, yıkılmış içinde seçilmiş konunun hikayesini algılamayı öğreniyorum. Görerek anlamayı ve anlatmayı öğreniyorum. Ayrıca, eski gelenekte karanlık odada fotoğraf basan bir sanatçı olarak çalışmalarımda hayal ediş var, yorum var, yaratış var.

Evet, bir fotoğraf bin kelimedir lafı abartı değil. Semboller gibi imajların anlatım kapasiteleri kelimelerin çok ötesinde. Bu anlatımların sınırları daha belirsiz ve her bir kişinin yaşam hikayesine göre değişebilen nitelikte. Evimiz bir galeri gibidir. Fotoğraflarım bir bakışta tüm hikayelerini anlatmazlar. Fotoğrafı adeta incelemek ve sık sık ziyaret etmek gerekir. Nazlıdırlar. Bana beni anlatırlar, sonra da başka hikayeleri vardır. Fotoğrafı dinlemeyi bilmek lazım. Bir sanat fotoğrafının da değeri bu aslında. Yıllar sonra kişiye yeni hikayeler anlatabilmesi, yeni duygular verebilmesi..

İnsanlık herşeye bir isim koyuyor ve isim bilmek istiyor. “Burası neresi”, “bunun adı ne” soruları çok olağan. Vahşi batının bir hayalet kasabasının veya Anadolu’da bir antik kentin birçok kitapta sayfalar dolusu anlatımı var. Buna rağmen, ben fotoğraf çalışmalarımda konuyu önceden çok ayrıntılı öğrenmeme eğilimliyim. Tanım ve anlatımların sınırlarında kalmak istemiyorum. O yerin, subjenin bana anlatmak istediği başka hikayeler oluyor. Bu yaklaşım görebilme yeteneğime hürriyet kazandırıyor diyebilirim.

Doğal olarak soyut anlamda algılamaya çalıştığım bu tanımlanmış yerler, nesneler ile tanış olmak zaman gerektiren bir bütünleşme. Doksanlı yıllarda fotoğraf çalışmak için düzenli botanik bahçelerine giderdim. Bu bahçelerden en ilginci, Berkeley California’da, San Francisco körfezine bakan bir yamaçta, harika bir yer. Dünya’nın dört bucağından bitki ve çiçeklerle dolu. Bahçeye vardığımda uzun bir süre hiç bir şey yapmamayı öğrendim. Çevremi görerek dinlemeyi, hissetmeyi öğrendim. Aksini yaptığımda anlamlı bir şey yaratamadığımı fark ettim.

Görebilmek iç sessizlik gerektirir. Kendinle kalmayı gerektirir. Kendinle kalabilmek, kalabalık içinde olmamak veya başka birisiyle çalışmıyor olmak anlamına gelmez. Bu iç sessizliği yaratabilmek ve kendinle yanlız kalabilmek kişiden kişiye değişen bir olgu. Adeta çalkantısız bir gölün ötesindeki muhteşem dağları ayna gibi yansıtabilmesi gibi, insan ruhunun ve duygusal halinin de düz bir göl yüzeyi gibi olabilmesi insana bu görebilmeyi sağlıyor. Kimisi doğuştan bu huzurda, kimisi meditatif çalışma ile, kimisi fotoğraflayacağıyla bütünleşerek bu ruh haline varıyor. Sonuçta, gerçek anlamda alışılmışın ötesini görebilmek bir sanat ve geliştirilebilen, insan yaşamını zenginleştiren bir yetenek.


© Nihat İyriboz
California, 12/12

No comments:

Post a Comment